21 Aralık 2022
Sevgili Sinemaseverler,
Umarım iyisinizdir. Umarım bu mektup size isteğiniz dışında ulaşmıyordur ya da spam klasörüne düşmüyordur. Salı günleri öğleden sonraları genelde terapide olurum fakat bu hafta ilk uzun metrajım Güneş Sonrası’nın 21 Ekim’deki prömiyerini gerçekleştirmek üzere Los Angeles’a giden bir uçaktayım, Tindersticks grubunun Öğle Güneşinde Yıldızlar filmi için kaydettikleri soundtrack albümünü dinliyor ve bu satırları yazıyorum. Birçok açıdan gerçeküstü sayılabilecek bir durumun içindeyim, o yüzden mektubun ilerleyen satırlarında dilim sürçerse, beni affedin.
Hafıza güvenilmesi güç bir şeydir: ayrıntılar belirsizleşir ve öngörülemez bir hâl alır. Hatırlamak için gayret ettikçe daha az şey görürsünüz. Kendisini durmadan çürüten bir hafızanın anısı... Son zamanlarda kendimi, duyguların daha dirençli olduğu noktasında ikna etmeye çalışırken buluyorum; ne var ki bu, epey zor bir iş. Geçmişten bir anıyı yâd etmek ve o anın size ne hissettirdiğini hatırlamaya çalışmak yepyeni bir duyguyu beraberinde getiriyor; geçmişteki o anın şimdi sizin için ne anlama geldiği duygusunu. Söz dağarcığıyla epey zengin ve İngilizceye tercüme edilmesi zor bir dil olan Türkçede, hasret kelimesi özlem duymanın, sevginin ve kaybın taşıdığı anlamların bir araya gelmesinden oluşuyor. Bu bağlamda, filmin duygusunu açıklamak için de fazlasıyla yerinde bir sözcük.
Güneş Sonrası, 90’lı yılların sonlarında Türkiye’nin yazlık bir şehrinde tatil yapmaya gelen otuz yaşındaki genç bir babayla onun on bir yaşındaki kızının hikâyesi. Anlatı, yirmili yaşlarında bir yetişkin olan Sophie’nin gözünden, zorlamadan, sakinlikle aktarılıyor. Irak olmanın gözünden anlatılan bir yakınlığın hatırası. Hasret. Açıkçası, bu konu üzerinde daha fazla yazmak istemiyorum. Hikâyeyi bağlamını bilmeden, yayınladığımız o enfes fragmanı izlemeden, berrak bir zihin ve sabırla deneyimlemek en iyisi olacaktır. Bütün bir anlatı, ancak sinemanın diliyle, kelimelerle yahut başka bir yolla değil, en iyi biçimde aktarabildiğimi düşündüğüm tek bir duyguya doğru evriliyor. Bu filmde seyirciler olarak sizlere de yer var; umarım bu yeri sahiplenir ve hikâyeyi hissedebilmek adına size ait olan bu yeri doldurmak istersiniz.
Demek istediğim şey, Güneş Sonrası’nın yalnızca bana ait olmadığı. Film, yakın dostlarımdan oluşan yaratıcı bir ekibin çabaları ve yeteneklerinin bir araya gelmesiyle ortaya çıktı. Bu insanlar, filme dair sahip olduğum fikirleri alıp öylesine ihtişamlı bir noktaya getirdiler ki ortaya koydukları çaba adına hissettiğim gurur ve minnettin ucu bucağı yok. Ortaya bir film çıkarmayı özel kılan asıl şey iş birliği içerisinde olmak; bu iş birliği sayesinde yapım sürecinde bir amaca sahip olmayı ve neşeyi en saf haliyle deneyimledim. Güneş Sonrası’nı ortaya çıkarabilmek hafife almanın asla mümkün olmadığı bir ayrıcalıktı. Ve şimdi onu sizlerle paylaşacak fırsata sahip olmak da öyle.
Son noktayı koymadan önce, bu satırlardaki görmezden gelinen aşikâr o gerçeği, Güneş Sonrası’nın ne derecede kişisel bir film olduğundan bahsetmek istiyorum. Kişisel olan birçok film vardır elbette, fakat Güneş Sonrası onlardan da daha şahsi bir hikâye. Kastetmek istediğim şey, ekranda karşınıza çıkacak 145.440 karede mevcut. Filmin kurgu olduğu su götürmez bir gerçek. Ne var ki içinde bana ait olan bir hakikat var; bana ait olan bir sevgi. Filmde fotoğraflar ve farklı türlerde video kayıtları yer alıyor, o yüzden bir tanesini de buraya koymak istedim. Babamla bir fotoğrafımız; bu filmi hayata geçirme fikrinin başlangıç noktası olan bir fotoğraf. Yalnızca birkaç tane çünkü selfie öncesi o dönemlerde ikimizi bir araya getiren fotoğrafların sayısı gerçekten de az. Burada ben on ya da on bir yaşındayım, Sophie’nin filmdeki yaşıyla aynı yaşta. Babamsa otuz bir yahut otuz iki yaşında, şimdiki benden bir iki yaş daha genç. Türkiye’deyiz.
Sevgilerle,
Charlotte
Çeviri: Esril Bayrak
Bu yazı 21 Ekim’de A24’ün sayfasında yayımlanmıştır.
Osmanlı saray ve konak haremlerinde kahve ikramı törenle yapılırdı. Önce gümüş tatlı takımı ile tatlı (reçel) sunulur, ardından kahve ikramı başlardı. Kahve güğümü, tombak, gümüş veya pirinçten yapılmış, ortasında kor ateş bulunan ve kenarlarına takılı üç zincirden tutularak taşınan sitile oturtulurdu. Sitil örtüsü ise, yuvarlak, atlas veya kadifeden, sırma, sim, pul, hatta inci ve elmas işlemeli olurdu.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)