25 Haziran 2025
Yitirilmiş bir dostun ardından ona, onun geride bıraktıklarına dönüp bakmak bugün bize ulaşanların izlerini sürerek ona dair, “eseri”ne dair bir şeyler yapmaya kalkışmak ne zor işmiş! Samih Rifat’ın, birbirimize seslendiğimizde kullandığımız unvanıyla “Samih Usta”nın fotoğrafları, filmleri, desenleri, çevirileri, şiirleri, kitapları ve defterleri etrafında, birlikte farklı kurumlarda mesai yaptığı arkadaşlarının çalıştığı Pera Müzesi’nde açılacak bir sergi ve başka bazı etkinlikler yapma hazırlama sorumluluğunu üstlendiğimde doğrusu bu zorluğu sezmiş ama köklerinin ne denli derine inebileceğini tam olarak kavramamıştım. Birden fazla nedenle.
Öncelikle, insanın yakından bildiği, ikinci tekil şahısla, “sen” diye hitap ettiği birinin içine, zihin ve duygu dünyasına bunca yaklaşması ürkütücü. Sanki çok yakın(ın)a girince onun en özel alanına iznini almadan giriyormuş hissinden kurtulmak kolay olmuyor. Oysa üzerinde çalıştığın özneyi daha az tanıyınca, “o olsa şimdi ne düşünür, ne derdi” demeden salt yapıp ettiklerine yoğunlaşıvermek mümkün. Sonra, çalışırken kendi kendini hırpalayacak denli kılı kırk yaran ve her ne yaparsa işi öne çıkarıp kendini geride tutmanın yolunu arayan bir auteur’ü yazı yoluyla dile dökmek imkânsıza yakın bir çaba. Hele ki kendisi de bu konu üzerinde kafa yormuş, “yaşamım boyunca çeşitli dallardan sanatçılarla, yazın insanlarıyla oldukça yakın ilişkilerim oldu… çoğu kez, yapıtla insanı birlikte düşünmek zor geldi bana”[1] diye yazmış olan Samih söz konusu ise. Belki de yazdığının tam aksine, kendisini yapıtıyla birlikte düşünmemek imkânsız olduğu için, zorluğun katsayısı da yüksek. Bir başka zorluk, onu yakından tanımış, birlikte çok iş yapmış olanların onun hakkında yazmış oldukları sağlam metinler[2] ortada dururken bu işe kalkışmakta. Zorlukların listesi daha da uzatılabilir.
Konu onun beyninde doğup gözünden, elinden çıkanları yeniden gün yüzüne çıkarmak, yapıtını açmak ve paylaşmaya çalışmak olduğuna göre, becerebildiğim kadar ondan kalan ışığın gölgesinden gitmeye çalışacağım. Yapabilsem de yapabildiğimin hep eksik kalacağını daha yola çıkarken kabullenerek.
Samih’in sergide yer alacak tüm yapıtından oluşturulacak seçkinin yanısıra, Rifat ailesinin bakmamıza izin verdiği ve 1990’larla 2000’lerin başı arasındaki dönemde ara ara tuttuğu günlükleri, okuma ve gezi notları, kitaplarında yer alsın ya da almasın deneme ve şiirlerini içeren defterleri “dar kapı”dan geçip onun dünyasına girmemizi kolaylaştırıyor. Kendi deyimiyle “dar kapı eğretilemesi… kısıtlı olanaklar, her zaman bolluktan, sınırsız özgürlükten yeğdir”[3]. Bu işe girişirken, elimizde olanların, bakıp okuyabildiklerimizin dışında ondan geriye kalan başka neler olabileceği düşüncesi başımdan hiç ayrılmadı. Bir nevi onun her bir şeyi bitamam etmeden paylaşmama yaklaşımına ihanet ediyor olma takıntısıyla birlikte. Yine de okunaklı el yazısıyla ve çoğu kesik uçlu dolmakalemle yazılı defterlerindeki bir cümle, kocaman soru işaretiyle biten çaresizlikle karışık bir tereddüt ifadesi, bende sonuna kadar gitme iradesinin galebe çalmasına olanak verdi. Bu yazıda, bakma şansı bulduğum defterlerdeki yazılarına sık sık başvuracağım.
Üzerine çalıştığınız insanı tanıyorsanız, beraber zaman geçirmiş, yaşamış, hele yapıp ettiklerinizi de konuşmuşsanız o anlardan bellekte kalanlar hep bir tür engel olarak yazının önüne geçiyor. Anıları bir yana ayıklayıp, nesnel olmaktan vazgeçtim, ona sadık bir değerlendirme düzlemine çıkabilmek sahici bir ayıklama işlemine girişmeyi gerektiriyor. En sonunda da anılar onca çabalamanıza rağmen yazının bir yerinde kendini belli ediyor. Ona dair bellekte duranların, yapacağım değerlendirmenin dayanaklarından sadece biri olduğunu kabul ederek ilerlemeye çalışacağım.
Daha önce başka yerde[4] yazdım. Birlikte çıkardığımız önce FOL, sonra Aries dergileri zamanlarında aramızdaki en önemli, hatta tek tartışma konusu, bir sayıdaki katkıların çoğunun sınırlı ve yayın kurulundakilerin yakından tanıdığı bir çevreden gelmesiydi. Her sayı çıktığında yaptığımız değerlendirmelerde künyede yer alan isimlere bakıp “işte yine genç yazar yok, bizim o malûm kısıtlı çemberin içindeyiz,” dediğimde Samih’in değişmeyen cevabı gelirdi: “Bana genç değil, yazar lâzım.” Söyleyeni yakından tanımayan için bir tür kapalılık gibi gelebilecek bu cümlenin arkasında kuşkusuz Samih’in kişiliğine ve onun uzantısında bir işe girerken vazgeçmediği katı etiğe bağlı iki neden vardı. O denemediği, gözünde sınanmamış hiçbir şeye peşinen güvenmiyordu. Gündelik konuşmalarda, sanatlarla ve düşünce ile ilişkisi dışındaki hayatında hemen erişilebilen bir insandı oysa. Tüm söylediklerini tatlı, karşısındakini çabucak ikna eden ses tonuyla ifade ederdi. Baştan savma bir işle karşı karşıya kalıp ne yapacağını bilemediği durumlar müstesna, sesini yükselttiğini hatırlamıyorum. Etik konusuna gelince, yaptığının arkasında durabilecek doğruluğa ulaşana kadar çalışmaya, araştırmaya, kurcalamaya devam etmek ya da tek kelimeyle meraka dur dememek onun galiba tek çalışma ilkesiydi. Aynı şeyi eline gelenleri değerlendirirken başkalarından da bekliyordu. “…çok da zaman kalmadı sanırım ama sonuna kadar çalışıp öğrenmekten başka ne yapılabilir ki!” diye yazmış arkadaşımız heykeltraş Bihrat Mavitan’ın elleriyle kesip yapıştırarak ürettiği ve hediye ettiği uzun deftere, daha Mart 1996’da.
Samih’in eserini değerlendirirken onun önce kendini, sonra başkalarını zor beğenen haline değinerek başlamak doğru olacak. Bunun için de defterlerden kimi alıntılara başvurulabilir:
“Bu noktada temrinler yapmalıyım; deneme filmleri çekmeliyim. (Mart 1996)
“…Keşke Yunanca öğrenseymişim!” (Haziran 1996)
“Okunacak çok şey var, zaman az.” (Ekim 1996)
“Film çekmek istiyorum (s. 8mm). Yapmak zor!” (Şubat 1998)
“Şiir yazabiliyorum galiba! Ama az. Ne yapalım. Her şeyi istiyorum. Hep istedim. Bu kadar oldu. Razıydım; razıyım.” (Haziran 1998)
“Film çekmek istiyorum. (Mayıs 1999)
“Yapacak çok iş var. Zaman az.” (Aralık 1999)
“Ve bir eksiklik duygusu. Bir dağa çıkmak istiyorum! Çok mu?” (Ocak 2002)
Bu cümleleri yazanın yaptığı onca şey olduğunu bilmeyenler ilk okuyuşta sanata dair ne varsa hepsini yapmayı iştahla isteyen biriyle karşı karşıya kaldıklarını sanabilir. Hatta isteyen ve yapamayan… Oysa Samih Rifat defterlere içini döktüğü o kısa yakınma cümlelerine rağmen, saydıklarının hepsini yapıyordu. Şiir, deneme, eleştiriler yazıyor, çeviri yapıyor, dergiler çıkarıyor, filmler çekiyordu. Gitar da çalıyordu. Bir tek istisnayla! Fotoğraf çekmediğinden dem vurmuyor, nasıl vursun, belinde kamerası olmadan gezmeyip sürekli siyah-beyaz fotoğraflar çekiyor, bir kısmını dergilerde yayınlıyor, fotoğrafçılarla arkadaşlık ediyor, onlarla söyleşiler yapıyor, eleştiriler kaleme alıyordu… Yine de bir yerde, seyrettiği bir filmden esinlenerek renkli fotoğrafı ihmal ettiğini yazmış. Bunca iş yapan biri yapamadığından neden yakınabilir? Kuşkusuz yaptığını yetmez gördüğünden ya da kendi işlerini kıyasıya eleştirdiğinden. Adeta kendini daha fazla motive etmeye çalışıyor, defterlerin arasına serpiştirdiği öylesine söylenmiş gibisinden bu kısa notlarla. Bir kısmı sonradan okunabilir-izlenebilir olan işleriyle karşılaştığımızda hepsinin pürüzsüz ve eksiksiz olduğu izlenimini boşuna edinmiyoruz.
[1] Samih Rifat, Akla Kara Arası, (AK) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001, s. 106
[2] Bu başlık altında özellikle şu üçünü ilk sırada anmak istiyorum:
Onat Kutlar, Gündemdeki Sanatçı, Türkiye İş Bankası, İstanbul, 1994, s. 331- 338.
Enis Batur, “Samih Rifat için”, “Pervasız Pertavsız“, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 914, 23 Ağustos 2007, s.3-5.
Ferit Edgü, “Ölüme de böyle bakmıştı, umursamadan…”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2010.
[3] Samih Rifat, Cem İleri, Enis Batur, Serhan Ada ve diğ., Negatif İmge (Nİ), Sel Yayınları, İstanbul, 2002, s. 57.
[4] Serhan Ada, “Bir dergi çıkaramadık Samih Usta”, Radikal, 11 Ağustos 2007.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 300 TL
İndirimli: 150 TL
Grup: 200 TL (toplu 10 bilet ve üstü)