17 Nisan 2024
Hediyelik eşyaların kültürel tarihini ele aldığı kitabında Rolf Potts bu tür nesnelerin kişisel hikâyelerle anlam kazandığından bahseder: Nesneler sakladıkları hikâyelerle hatıralara dönüşür. Hatıraları dünyayı değerlendirmek için değil, kendi hikâyemizi anlatmak için toplarız.1 Zaman geçtikçe saklanan nesneyle kurulan ilişki de değişir. Nesne, kişiyi bir ana götürebilir, çoğu zaman o anı kendisinde dondurur ve saklar. O andan uzaklaşıldıkça nesnenin çağırdığı kişisel geçmişin, geçen ve kaybolan zamanın şimdiki zamanda hissedilebilmesi nesneyi daha değerli kılar. Susan Stewart’ın Özlem Üzerine başlıklı kitabında dediği gibi hatıra nesneleri yalnızca bağlamlarının dışında zamana meydan okuyan nesneler değildir; bu nesneler aynı zamanda şimdiki zamanı geçmişle sarar.
Nesneler aracılığıyla kültürel alışveriş ve toplumsal ilişkilerin nasıl şekillendiğini araştıran Arjun Appadurai’ye göre kişilerin sonsuz istekleri ve materyal formların çokluğunun altında, zevk, ticaret ve arzuyu düzenleyen çok daha karmaşık fakat spesifik sosyal ve politik mekanizmalar yatar.3 Kişilerin nesnelere atadığı anlamları kişisel ilişkiler belirler. Bu ilişkiler nesnelerin nasıl kullanıldığını ve nasıl bir yerden bir yere aktarılarak dolaşıma girdiğini de değiştirebilir. Mihaly Csikszentmihalyi’ye göre ise materyalizme olan bağımlılığımız büyük ölçüde bilincin belirsizliğini nesnelerin sağlamlığına dönüştürme ihtiyacından kaynaklanır. Beden, kendilik duygumuzu tatmin etmek için yeterince büyük, güzel ve kalıcı değildir. Daha güçlü, daha güzel olmak ve hafızamızı geleceğe taşımak için nesnelere ihtiyaç duyarız.4
Nesnelerle kurulan kişisel ilişkiler, bir koleksiyonun ortaya çıkmasına zemin hazırlayan temel bir kavrama dönüşür. Benzer nesnelerle birbiri ardına kurulan yakın ilişkiler sonucu ortaya çıkan koleksiyon, hem onu oluşturan kişiye dair ipuçları taşır, hem de söz konusu nesnelerin toplumsal anlamlarını zenginleştirir. “Koleksiyonu yapılan nesneler çok büyük bir güce sahiplerse bunun nedeni özgünlükleri ya da kendilerine atfedilen tarihsel önem değildir. Bu açıdan ele alındığında koleksiyona özgü zamanın gerçek zamandan farklı olmasının nedeni zamanın yerini bir koleksiyonu oluşturan parçaların bir araya getirilme biçimlerinin alabilmesidir. Hiç kuşkusuz koleksiyonun temel işlevi bu, yani gerçek zamana sistematik bir görünüm kazandırmak.”5 Suna ve İnan Kıraç Vakfı koleksiyonlarına bu açıdan bakıldığında, hem kurucuların kişisel ilgi alanlarını yansıtan ve hikâyelerini taşıyan nesnelerin bir araya gelmesi hem de zamanı bu nesnelerin bir araya geliş biçimine göre okuyarak anlamaya çalışacak bir seçki sundukları söylenebilir. Müze ise koleksiyonlardaki hafıza nesnelerinin sergilendiği mekân olarak kurulan, bu nesneleri kamuyla buluşturan bir yapı olarak karşımıza çıkar. Kütahya’da üretilen ve gündelik yaşamda kullanılan seramik nesneler bir koleksiyonu oluşturduğunda koleksiyoncunun onlarla kurduğu kişisel bağ, toplumsal bir değere dönüşür. Maurice Rheims’e göre “koleksiyon yapma arzusu bir tür tutku oyunudur. [...] Koleksiyoncunun tutkusuna zaman zaman eşlik eden bir olgu varsa o da içinde yaşanılan zamandan soyutlanarak geçmişe doğru yitip gitme olarak nitelendirilecek duygudur.”6 Belki de söz konusu olan geçmişe yapılan özlem dolu zihinsel bir yolculuğun tutkusu, kamuya mal edildiğinde farklı açılımlar kazanabilir.
Michel Foucault, müzelerin zamanla olan ilişkisini heterotopya kavramı üzerinden ele alır. Müze gibi ‘zamanın heterotopyaları’, farklı dönemlerden ve tarzlardan nesneleri bir yerde toplar. Hem zamanın içinde hem de zamandan bağımsız olarak var olurlar, çünkü zamanın tahribatına karşı fiziksel olarak dayanıklı bir şekilde inşa edilir ve korunurlar. “Buna karşılık, her şeyi biriktirme fikri, türden bağımsız genel bir arşiv oluşturma isteği, tüm zamanları, tüm çağları, tüm formları, tüm zevkleri bir araya toplama düşüncesi, kendisi zamanın dışında ve tahribatlara erişilemez bir yer olan tüm zamanların bir mekânını oluşturma fikri ve bu şekilde durağan bir mekânda zamanın sürekli ve belirsiz bir birikimini düzenleme projesi, bu tüm düşünce modernliğimize aittir. Müze ve kütüphane, 19. yüzyıl Batı kültürüne özgü olan heterotopyalar olarak kabul edilir.”7 Nesnelerin hafızasını düşünürken, nesnelere ev sahipliği yapan koleksiyon ve müzelerin bu hafızaya kattıklarını da göz ardı etmemek gerekir.
Bu bölümde yer alan sanatçı ikilisi Skuja Braden müzede geçirdikleri bir günün hatıralarını Zamanın Akışı (2023) yerleştirmesiyle nesneleştiriyor. Kütahya Çini ve Seramikleri koleksiyon sergisi de dahil olmak üzere müzede sergilenen eserlerin telefonlarıyla fotoğraflarını çeken ikili, bu görüntüleri seramiğe aktararak zamansızlaştırıyor. Sayısız dijital görsel arasında kaybolan, genellikle bir daha dönüp bakılmayan sonsuz bir dijital arşive karışan görüntüler seramik formunu aldığında zamanın hızlandırılmış akışına karşı duruyor. Seramiğin tarih öncesinden bugüne dayanabilen kalıcı yapısı, zaman ile kurduğumuz dinamik ilişkiyi de yeniden ele almamıza öncü oluyor. Geçmişten anılar gelecek hatıralarına dönüşürken, arka planda yer alan nehir zamanın önüne geçilemez akışını hatırlatıyor. Nilüfer yaprakları, taşıdıkları telefon ekranlarıyla zaman nehrinde akarken gelecekte telefon gibi dijital araçların da miladını dolduracağını düşündürüyor. Nesnelerin hafızası dijital araçların hafızasından daha güvenilir olabilir mi?
Metehan Törer’in Yeryüzüne Doğanlar (2023) başlıklı yerleştirmesi nesilden nesile aktarılan bilgi ve hafızanın izini seramikler aracılığıyla sürüyor. Müzenin Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu’ndan 1950’lere tarihlenen çift kulplu bir vazoyu esin kaynağı olarak alan çalışma, bedeni andıran farklı formlarda zemine uzanmış vazolar ve etraflarına konumlandırılan anıtsı şamdanlardan oluşuyor. Şamdanların üzerindeki balık pulu kabartmalar, yine koleksiyonda yer alan vazo bezemelerinden ilham alıyor. Seramik yüzeyini desenlemek yerine boyutlandırarak çalışan Törer, kırık karanfil motifini yerleştirmenin temel unsurlarından biri olarak kullanıyor. Koleksiyondaki objelerde de karşımıza çıkan bu motifin ‘fani dünya’ veya ‘manevi aşkı’ temsil ettiği düşünülüyor. Nesnelere kendi deneyimlerini aktaran Törer, otobiyografik bir anlatı diliyle seramik figürler üretiyor. Zincirlerle birbirlerine bağlanan figürlerden oluşan bir ritüel alanını andıran Yeryüzüne Doğanlar, kuir beden hafızasını seramik nesnelerde yeniden canlandırıyor.
Livia Marin’in pratiği, nesnelerin yoğun bir dolaşımda olduğu günümüzde gündelik nesnelerle ilişkilenme biçimlerimize bakıyor. Geriye Kalanlar (2018) serisi kırık seramik objelerin geriye kalan parçalarını iki boyutlu bir düzlemde bir araya getiriyor. Sanatçı, kırıldığı için formu bozulan, işlevi kaybolan nesnelerle ne yapılır sorusundan yola çıkıyor ve kırılanlardan geriye kalanlara odaklanıyor. Kırılanlar ve geriye kalanların ortak varoluş alanlarını, olmayan veya kaybolmuş bir şeyin temsiliyet olasılıklarını araştırıyor. Seriyi oluşturan objelerin arka planında kullanılan varak kintsugi tekniğine gönderme yapıyor. Japonya’da gelişen bu geleneksel teknik, kırık seramik objelerin altın ve vernik karışımıyla onarılması anlamına geliyor. Bu tekniğin temelinde kırılma ve onarım, söz konusu nesnenin tarihinin ve hafızasının bir parçası olarak görülüyor ve gizlenmeye çalışılmıyor. Geriye Kalanlar, kişisel koleksiyonlarımızda kaybettiğimiz, kırdığımız, bozduğumuz, yok ettiğimiz veya artık ulaşamadığımız nesneler için nostaljik bir anma niteliğinde.
Sanatçı kolektifi oddviz’in Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu’ndan ilhamla ürettiği Voronoi (2020), koleksiyondan seçilen yaklaşık 150 eserin fotogrametri tekniği kullanılarak üç boyutlu modellenmesi ve dijitale çevrilmesiyle 18. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan bir zaman diliminde üretilmiş eserleri güncel ve dijital bir dil aracılığıyla bugüne aktarıyor. Fiziksel ile dijitalin temas ettiği noktalara odaklanan ve ikisi arasındaki geçişliliği vurgulayan video, kültür varlıklarının korunması, saklanması, gelecek nesillere aktarılması ve bu süreçlerde kurumsal olarak müzelerin oynadığı rolü düşündürürken, eserlerin yepyeni bir perspektiften değerlendirilmesine olanak tanıyor. Video, başlığını modellenen objelerin dijital ortamda kırılmasına olanak tanıyan matematik fonksiyonundan alıyor. Koleksiyon sergisine bir müdahale olarak tasarlanan ve müzede daha önce Kahve Molası sergisi kapsamında gösterilen Voronoi, bu sergi kapsamında daha geniş ölçekli bir deneyim sunuyor.
Sergi için ürettiği Tablet (2023) başlıklı yerleştirmesinde Yasemin Özcan, üç farklı kuşaktan kadının toprakla ilişkisini merkeze alıyor. Son yıllarda ağırlıklı olarak seramik ve metin ile çalışan sanatçı, malzemenin özüne yani toprağa odaklanarak nesnelerin anı oluşturma ve hatırlatma imkânlarını araştırıyor. Sanatçının 2016’dan bu yana süregelen, başlığını Brian Friel’in Translations oyunundan alan Her şeyi hatırlamak bir tür deliliktir serisine dahil olan bu yerleştirme, nesnelerin hafızasına, nesneler aracılığıyla hatırlananlara eğiliyor.
Otobiyografik özellikler taşıyan kurmaca dört öykü, arkeolojik hafızanın taşıyıcısı yazılı tabletlere referansla pişmiş toprak tabletlerde karşımıza çıkıyor. 1955’ten bugüne uzanan bir zaman diliminden bu dört an, öykülerin ilişkilendiği nesnelerle beraber sergileniyor. Kutsal olduğuna inanılan ve şifa niyetine suyla karıştırılıp içilen toprak, mama kaplarına ekilen toprakta büyüyen dua çiçeği, mezardan çıkan bir kumaş parçası ve içe doğru kapanan form, toprağın koruma, saklama, iyileştirme gibi farklı işlevlerine bakan bu öykülerin odak noktalarını oluşturuyor. Özcan’ın deyimiyle toprak hem yaşamı hem de ölümü koruyor.
1. Rolf Potts, Souvenir (New York: Bloomsbury Press, 2018).
2. Susan Stewart, On Longing: Narratives of the Miniature, the Gigantic, the Souvenir, the Collection (Durham: Duke University Press, 1993), 151.
3. Arjun Appadurai, ed.The Social Life of Things: Commodities in Cultural Perspective (Cambridge: Cambridge University Press, 1986).
4. Mihaly Csikszentmihalyi, “Why We Need Things”,History From Things: Essays on Material Culture, eds. Steven Lubar andDavid Kingery (Washington: Smithsonian Institution Press, 1993, 20-29).
5. Jean Baudrillard, Nesneler Sistemi, çev. Oğuz Adanır, Aslı Karamollaoğlu (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2008), 119.
6. Maurice Rheims, The Strange Life of Objects, çev. George Weidenfeld (Massachusetts: The Murray Printing Company, 1961), 42.
7. Michel Foucault, “Of Other Spaces: Utopias and Heterotopias,” Architecture Mouvement Continuité, çev. Jay Miskowiec (Ekim 1984).
Gelecek Hatıraları sergi kataloğundan küratör Ulya Soley’in yazısından alınmıştır.
Sergiye dair tüm detayları Keşfet!
Gelecek Hatıraları
Motiflerin Hatırlattıkları
Bölgenin Hafızası
Geleceği Hatırlamak
Geleceği hatırlamaya çalışıyorsun. Tarihi bir saraydaki çini panoya resmedilen kuş duvarda yerini almış. Bir kilise ve caminin çinileri tuvallere boyanmış. Yüzlerce yıllık bir seramik tabağın deseni kadife bir perdede karşına çıkıyor. Eski bir vazonun kırık çiçekleri artık birer heykel. Yeşil bir bitki yapraklarını gündüz açıp gece kapatıyor.
Bir koleksiyona veya arşive bakarak gelecek nasıl kurgulanabilir? Seramiğin dayanıklı yapısı onu hayal edebildiğimiz zamanın sonuna dek kalıcı kıldığından geleceğin nasıl hatırlanabileceğini bir seramik koleksiyonu aracılığıyla düşünmek zihin açıcı olabilir. Sergi kapsamında üretilen eserler, geçmişe dair önemli ipuçları taşıyan bir koleksiyonu taze bir perspektifle ele alma ve geleceği hatırlamaya dair bir adım atma potansiyeli taşıyor.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)